18 Eylül 2010 Cumartesi

Entellikler Dünyasından Geliyorum.




Hepinize bol selamlar sevgili okurlarım. Tornadolarla, boralarla, fırtınalarla dolu bir haftayı geride bıraktım. Zaten bu güzel cumartesi gününde "ne işi var bu herifin evde?" diye düşünen arkadaşlar olacaktır, sebebini belirttim. Evet bir ton panklığa, itliğe bulaştığım bu güzel hafta içinde, kendimden hiç beklenmeyecek entellikler de yapmadım değil. Yıllardır entellikler, duyarlılıklar dünyasından ileri derecede uzak duran ben, bu hafta içinde 2 (iki) entel gün geçirdim. İki size küçük bir sayı gibi gelebilir. Ancak emin olun ki, benim gibi "kahve tepsisi" düzlüğünde bir adam için oldukça büyük. çok büyük, en büyük.

İtlikle, panklıkla uğraştığım günler hakkında çok fazla bir şey söylemek istemiyorum açıkçası. Zaten beni bilen arkadaşlar, "genel" konseptimin dışına çıkmadığımı, gayet "kendim gibi" hareket ettiğimi biliyorlardır. O yüzden bu konuyu geçiyorum ve sadede geliyorum:



1- Entellikte birinci gün: Machete

Şimdi arkadaşlar biliyorsunuz ki, tam beş senedir sinemaya gitmeyen, sinemaya verilen parayı kerizlik olarak gören, "abi ne gidicem, o paraya 4 skol alırım mis gibi içerim. hem torrente düşer, indiririm izlerim işte ne yani. hayret bir şey ya!" düşüncesinde olan biriyim. Yani normalde kalkıp sinemaya gidip, o karanlıkta, duvarlar üstüme gele gele film seyretmeyi sevmiyorum. Ha yanımda hoş bir bayan olsa, bilet parasını da o öderse, içeride de türlü aksiyonlar yaşama garantisi verirse neden olmasın diycem de, sinemaya vereceği parayla otursak bir yerde içsek daha iyi olur kanımca. Her neyse.

Sinemaya gitmek başlı başına bir entellik bence. Filme girmeden önce yanındaki arkadaşlarına "oo abi Tarantino hastasıyım ben, süper adam, Kill Bill de ne kan vardı vs. vs." diye öten (çoğunluğu ekşi sözlük yazarı, eminim) dallamaları görmek beni çok uyuz eden bir olay öncelikle. Kulaktan dolma hareket eden yurdum dallamalarını genelde bu filmlerin oynadığı sinema salonlarında, filmlerden önce bu geyikleri yaparken bol bol görürsünüz. Aynı şekilde filmden çıkınca da "abi mega filmdi, harika filmdi. şu karı çok güzel oynadı (memeleri görünen bayan oyuncuyu kast ediyor tabi ki.) işte kana şiddete doyduk ehe ehe" şekli cümleler kurar bu dallamalar. oldum olası uyuz olmuşumdur. Özellikle bunların arasında ekşi sözlük yazarları varsa, sözlüğe girer girmez film hakkında "bence abartılmış vahşet vardı. ama işte x oyuncuyu yıllar sonra yeniden görmek güzeldi. fakat ben çok beğenmedim. kanın ve şiddetin abartılması artık pek de matah bir şey değil" vs. şeklinde entryler girerek, klasik "sözlükçü duyarlılığı"nı gösterirler. Kılım arkadaşım, KIL.

Ben de çarşamba günü, iki sevgili dostum ile hadi bir sinema yapayım, değişiklik oljur. Hem daha önce gitmediğim bir alışveriş merkezinde DOLAŞMA fırsatım da olacaktı (Bundan sonra boş günlerimde alışveriş merkezlerinde dolaşacağım, nefis bir aktivite.). Hangi filme gidelim edelim derken, sağda solda hakkında mega yorumlar okuduğum, hastası olduğum kara kuzu Michelle Rodriguez, büyük ustam Steven Seagal ve aslında Mardinli olduğunu düşündüğüm Danny Trejo gibi mega oyunculara sahip, Lindsay Lohan ın memelerinin görüktüğünü duyduğum, bol dövüşlü, vurdulu kırdılı bir film olan Machete ye gitmeye karar verdik.

Tabi ki bir B Film. Bakın B Film diyorum. Bu da benim az da olsa entellik kaptığımı gösteriyor. Her neyse, film megaydı. bol kanlı, dövüşlü, motorsikletle uçarken minigun ateşlemeli falan, dehşet bir filmdi. Çok da kadın kısmına yönelik bir film değildi yani. Romantikli çok bir olay yoktu, sonunda Machete nin Jessica Alba yı motorla lüleden yemeye götürme sahnesi dışında. Zaten motor çalıştı, film de bitti yani. Filmin konusu da işte klasik, Esas oğlanın karısını kızını kesiyorlar, bu da intikam için şınav çekiyor, mekik çekiyor falan. Sonra da bir kaç belaya bulaşıp tekrar eski belalısıyla karşılaşıyor, karnına kılıcı sokup öldürüyor. tabi bu arada bir takım bayanları lüleden yemeler, Lindsay Lohan ın memeleri, işte diğer hemşerileri toplamalar falan var. Bir de Robert De Niro var işte. Ama öyle çok da artist artist rol kesemiyor. Ninja Kaplumbağalar daki Beyin (Krang) e benzemiş iyice yaşlanmaktan zaten. Kadayıf olmuş gitmiş. Michelle Rodriguez her zaman ki gibi mega güzel. Hani imkanım olsa gidip açılıcam kendisine, konuşucam birer birer. Ama bu daha sonra ki bir yazımda inceleyeceğim bir mevzu. Neyse dediğim gibi işte, gidilen film Machete de olsa, sinemaya gitmek bir entelliktir nazarımda. Zira ben de filmden çıkınca paso "mega filmdi, şöyle filmdi diye öttüm iki saat. sonra da zaten direk panklıklar yapmak için kadıköy barlar sokağının yolunu tuttum. Bu entellikten çıkmamı sağlayan arkadaşım Tuğçe Türksoy a teşekkürü bir borç bilirim.



2- Entellikte ikinci gün: Inception

Beş senedir sinemaya gitmeyen bünyem, Machete ile bir defa entellik tohumu almıştı. Gerçi gerek tuvçe, gerek diğer bir sürü arkadaşımla icra ettiğimiz türlü panklıklar sayesinde bünyem bir nebze olsun kendine gelmişti. Yine eskisi gibi sokaklarda içiyor, işiyor, türlü türlü kızlara bakıp "of abi bununla varya acayip ciddi düşünürüm vs." tarzı geyikler yapıyor, Kadıköy ün en süper insanı olan ÇEÇE ile çeşitli muhabbetlere giriyordum yine. Evet üzerimdeki entellik azalıyordu ve bundan memnundum. Ta ki tuvçe gidene kadar. Evet kendisi gitti ve bütün haftanın davarsal yorgunluğunu hissediyordum üzerimde. Güzel, güneşli bir cumartesi gününü evde 2.80 yatıp dinlenerek geçirmeye karar vermiştim. Ta ki valide arayıp "oğlum gel, kuzenlerinle yemekteyiz caddede." diye bir cümle kurana kadar. Beleş yemek ve beleş alkolun, daha düşünürken sarhoş eden etkisiyle kalkıp caddenin yolunu tuttum, başıma geleceklerden habersiz olarak.

Polonez in yemeklerini seviyorum. Tabi genelde hesabı benden başka ödeyecek insanlarla gittiğim içindir. Yoksa kızla falan giderseniz aman diyim, yedikleri o dandirik salatalara dünyanın parasını vermek sizin için pek hoş bir deneyim olmayacaktır. Genel olarak fiyatları kazık, belirteyim hemen. Valide ve kuzenlerle olan yemeklerin rutin geyikleri (küçükken çok tatlıydı erhan, ah bak okuma bayramında da sunuculuk yapmıştı, sünnet olurken masadan kaçtı da vs. vs.) yapıldıktan sonra ödenen hesabın ardından (ben ödemedim), "e haydi ne yapalım" sorusu geldi. Benim aklımda tabi ki sahile inip içme fikri vardı, fakat ailesel olarak bu durumun mümkün olabilme ihtimali düşük olduğu için, tabi ki barlar sokağında bir yerlere gitme fikrini sundum ortaya. Yani içişe devam etmek istiyordum normal olarak. Bu fikrim kabul görür gibi olacaktı tam ki "yaa sinemaya gidelim mi? Inception diye bir film varmış, çok güzelmiş." cümlesini ters köşeden yiyinceye kadar. Çıldırdı bedenim, ruhum daraldı. Ters düz oldu her şeyim, içim karardı. Bir şeyler aklımı başımdan aldı. Bir anda dünyayı yıkasım geldi.*

O cümleden sonra gerçekten başıma geleceklerden korkmaya başladım. Daha yeni yaşadığım entellik travmasının kırıntılarını içimden yavaş yavaş atıyorken bu reva mıydı bana? Zaten Leonardo DiCaprio isimli dallamayı da zerre sevmem. Malesef barlar sokağında beleş içki keyfine devam etme planım suya düştü. Tuttuk CKM nin yolunu.

CKM güzel yer arkadaşlar harbiden. Adamlar iyi tesis yapmışlar. Hani sinema için olmasa bile, arada kızla iki tur dolaşmak için bile gelinir. Ama içeride fiyatlar biraz pahalı olabilir dikkat edin. Ha ama yürüyen merdivenleri falan şahane, yani kızla gelinir(ben listeme ekledim şahsen). Bilet almak için beklerken kuzenimin, eşine, şu 1 tl atıp joystick ile oyuncak çekme makinalarından 3 defa babayı alışına şahit oldum. Üzüldüm tabi ailemdeki bazı insanların böyle ara işler yapmalarına ama sorun değil, ne de olsa sinema beleşe geldi. Gerçi 4 kişiye 60 lira harcamak da ne bileyim. Şimdi ailemden insanlar oldukları için ben diyecek bir şey bulamıyorum, neyse siz anlarsınız artık.

Yine de sinemayı beleşe getirerek, bilet sırasındayken klasik "kaynak yapmayalım, vatandaşı mağdur etmeyelim!" tarzı çıkışlarımla, üzerime gitgide yaklaşmakta olan entellik lanetini bir nebze olsa da azalttım. Sonra salona girdik bir şekilde.

Arkadaşlar CKM nin salonları güzelmiş epey. en arka sırada birleşik "çiftli" koltuklar var. Yani (tabi ki parasını kız verecekse) kızla gelinir. Arada kol koyma aparatı olmadığı için, elleme kollama şansı daha yüksek olacaktır, tavsiye ediyorum. Neyse efendim film başladı işte sonunda.

Filmin konusu acayip. Zaten baya bir kişi anlatıp anlatıp duruyordu. İşte adam var böyle, rüyalardan rüyalara giriyor boyu devrilesice. İşte milletin aklını fikrini çalıyor. Sonra aklını almaya çalıştığı adamlardan biri bunun aklını alıyor, "işimi yapmazsan seni ihbar ederim vs." diye ötüyor. Leonardo da kabul ediyor. Ekip kuruyorlar işte. Bir de küçük bir kız alıyorlar gruba, Paris Moliere Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden. Neyse işte bu kız da süper mimar falan, rüyaların içine evler, okullar, üstgeçitler falan yapıyor Ankara Büyükşehir Belediyesi gibi.

Ekibin görevi, zengin bir elemanın aklını almak, mirası almaktan vazgeçirmek. Çünkü japon eleman var bir tane, bu zengin elemanın dünyayı ele geçireceğini falan sanıyor, tırsıyor epey kendi hisseleri borsada kayalara gelmesin diye. Ha bir de Leonardo nun paso rüyasına giren bir karısı var rahmetli. Biraz da delirmiş tabi Leonardo ile haplanıp haplanıp rüya görmekten
, atmış kendini camdan yazık. E Leonardo da unutamıyor tabi, her içine daldığı rüyada kafayı yiyor garibim.

Türlü türlü rüyalar görüyor işte ekip, yok rüya içinde rüya, yok tabancalı tüfekli rüyalar. Güzel olay aslında. Ben de severim öyle aksiyonlu rüyaları. Gerçi aralarında sadece tek kız olan, sap dolu ekip hiç mi rüyasında iki meme, iki popo görmez diye düşünmedim değil. Kamyon deviren de olmadı hiç, hoş tren deviren, minibüs deviren oldu o ayrı. Hatta bir ara ekipçe minibüs devirdiler de, etkisi nasıl oluyor bilemedim tabi.

Neyse işte bu Leonardo nun da bir topacı var çevirip çevirip duruyor. Neymiş efendim rüyadaysa dönermiş, değilse devrilirmiş. Kardeşim yani bir topaca bağlandıysa her şey, işiniz zor. Zaten rüyasında paso karısını görüp görüp kafayı yiyen birinin de ekip başkanlığı yapması epey saçma bir olay. Sonracıma işte bir ton rüyaya giriyorlar bunlar üstüste. Japon vuruluyor ama ölmüyor hemen. Uludağ gibi bir yere gittiklerinde ölüyor japon. Gerçi bunlar tineri baliyi koklayıp rüyaya girdikleri için, rüyada ölünce kalkamıyorlar da hemen, yanıyor malum beyinleri.
Leonardo da önce karısıyla ayarlaştıktan sonra, japonu kurtarmaya gidiyor rüyalar aleminden. Ama bakıyor japon kadayıf olmuş, topaçla mopaçla yapıyor bir şeyler. Sonracıma uçakta uyanıyor elemanlar. Leonardo da babasıgilin evine gidiyor çocuklarını falan görmek için. İşte topacı mopacı çeviriyor, topaç düşmeden bitiyor film. Yani diyeceğim şu, kafayı karıştırmış ama ben anladım tabi mevzuyu. Olay topaçta falan değil. Mesaj atın, anlatırım. Şimdi anlatıp hevesinizi kaçırmayayım. Gerçi çok da gidilesi bir filim değil. Beleş olmasa gitmezdim.

...........................


Bu kadar entellikle içli dışlı bir ortamdan sonra, skolları alıp eve gelmek, pc başına oturup bu blog u yazmak bana muhteşem haz verdi diyebilirim. tabi üzerimdeki entel havanın da bir nebze azalmasına sebep oldu, ama tam değil. Neyse ki önümde koca bir gece ve dinlenecek muhteşem Selahattin Özdemir şarkıları var. Ayrıca Etkin in son albümü de şahane olmuş, tavsiye ederim arkadaşlar. Hepinize iyi günler.

Sevgilerimle,

Erhan Kabakci - 1948, Fransız Guyanası






*Azer Bülbül - "Korkularım" şarkısının nakaratıdır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

alemlere dalma... haftada 2 doz yeter...=)

Adsız dedi ki...

ekşicilerle ilgili yazdığın yotumlar başta olmak üzere hepsine katılıyorum lan.skol gibisi var mı?