14 Kasım 2010 Pazar

Emekçilik ve Ekmekçilik 2 (iki)






Her biri birbirinden güzel (bayan) ve birbirinden şık (adam (yalan)) okurlarıma kucak dolusu sevgiler. farkındaysanız - ki farkındasınız - son dönemlerde epey epey çalışan, eve erik/kayısı/üzüm/conta alan biri oldum iyiden iyiye. zira "izin" günümün PAZAR olması da, beni iyiden iyiye memur kafasına itti. hoş ya bu "kafası" terimini kullanmayı da, kullananları da oldum olası sevmemişimdir, sevememişimdir. hatta gıcık olup, kafalarına köşeli cisimlerle vurmayı da epey istemişimdir. neyse ki zamanında gerçekleştirmişliğim var. içim rahat, sırtım pek.

Çalışmak, ekmek(normal, somun ekmek) derdine türlü salvolara girişmek, aynı askerlik gibi, bir çok türk erkeğinin yapması gereken bir şey. tabi ki "müzik direktörü" olarak girdiğim mekanda bir yandan müziğe hakim olmaya çalışıp bir yandan "abi oradan bir votka satsuma yapsana" lafıyla karşılaşmak hoş olmayabiliyor. ha votka satsuma hakikaten ulvi bir şey. ama bir yandan "ulan şimdi biraz tempo yükseltsem mi, biraz ambiyansı kızartsam mı" diye düşünürken, diğer yandan "lan bunun tepesine fesleğen mi koyuyorduk nane mi?" diye düşünmek epey zor.

tabi ki yine "emekçilik" köşemi doldurdum. anlatmak istediğim mevzu daha farklı. takribi bir hafta öncesinde, bir pazar gecesi, Leonad Cohen ile çok ilgili bir arkadaşıma "kanka leonard cohen den ekmek yedim" diye mesaj atmıştım (harbiden yedim, çok ilginç) . pek sevgili arkadaşım ANDAÇ ESGEL de, "kanka ben de taksimdeyim, buralardaysan gel. garson kız ee ööö.. " diye cevap verince, tabi ki ortalığı toparlayıp yanına aktım sevgili andaç ın.

Blogumu takip eden arkadaşlara yabancı değildir sevgili andaç. neyse işte, oturduğu mekana gittim. fakat gittiğim yer, daha evvel (2 sene kadar önce) 30 kişi toplanıp bir herifi dövmek için gittiğimiz bir yer olunca tedirgin oldum. sonrasında o tarz mekanların çalışanlarının, oradan bir manita yapıp kayboldukları gerçeğini hatırlayınca rahatladım. sonuçta kimse bana "sen miydin lan iki sene evvel mekanda olay çıkartan!" diyemeyecekti, ki dese kaç yazardı o da ayrı bir mesele.

Andaç ve arkadaşı ile karşılaşınca "hah bu gece yine erkek erkeğeyiz" dedim içten içe. dıştan söylesem de farketmezdi gerçi. zira ben oturur oturmaz, orada zaten devam eden, inanılmaz bir ADAM ADAMA MUHABBET in içinde buldum kendimi. "oğlum bak şu kız var ya, onu ben kütürdettim, oğlum şunun fena gideri var da kolaycı değil, aman be abi bak benim listede şu var tam senlik, ee kanka gelsenize lan şuraya gidelim, akıyor karılar vs." tarzı muhabbetler "normal" olarak dönmekteydi ki, andaç ın bahsettiği garson kızı görüp "anaaaa" diyerekten ağzımın açık kalması NET oldu.

Her erkek gibi ben de "oğlum fena değil de, çok iş yok bunda, suratı bozuk, cildi bozuk vs." dıravdan gözden düşürmeler yapıp, rakipleri sabote etmek yolunda oynadım(hepimiz yapıyoruz, yalan atmayın) . garson kızın gider katsayısı çok da öyle dinamik alan üst sınırını geçecek durumda değildi. ancak vardı. gideri vardı. her ne kadar andaç "oğlum nez in sarışın hali" falan diye dırlasa da, "nezi mezi bilmem, tez kafeslemem lazım bunu" hisleriyle dolmadım değil. üç taze bekar (SAP) oturup, sürekli başka insanlara yaptığımız denyolukları anlatıp (yüksek sesle) AHAHHAHAAHA diye gülerken tabi ki bu pek zordu.

Hesabı söylemiştik ve ben (galiba ilk defa) "verin ya ben öderim" davranışı gösterirken, andaç ın gözünin kaydığı, karşı masada iki saattir tek başına oturan depresyon hırkalı kıza kalkmıştı. aslında kalkıp gitmeyi hiç istemiyordum ki, "ANDAÇINKİ" yine geldi. tabi ki "hadi birer bira daha içelim" önerisi patladı. üç mühendisin oturduğu bir masada, daha olurlusu olamazdı zaten.

"kanka nez in sarışını" denen arkadaş bizimle daha bir ilgilenir olmuştu. sanırım hakkında yaptığımız geyikleri duymamıştı, zira kuş hakkında o kadar kelam etsek, kendi kanatlarını kırar, "siktir lan, uçmam bir daha" derdi. e tabi alkolün verdiği o inceden yavşaklık ve masadan yükselen ADAM kokusu veya "oh bu masadan fena tip akar" düşüncesi de o bayanı masamıza çekmiş olabilir. ya da en kötüsü, "kalkıp gitseler de biz de evimize gitsek!"

mekanda çalınan müzikler, eminim bizim mahalledeki "yılmazlar gıda" için bile fazla demode nitelikteydi. zira 2010 yılında hala Reamonn - Supergirl için "Aaaaah bu benim şarkım" diye zangırdayan hatunlar olduğu gerçeğiyle karşılaşınca "lan bari kedimi getirseydim de, geceyi üçlü kapatsaydım" demem olmadı değil.

"Nez"in sarışını olduğu düşünülen (ben düşünmedim, nez i de beğenmem zira) hesabı getirince, "yok kanka bu sefer ben ödeyeceğim" hareketini yine yaptım ve başarılı oldum(başarı? göreceğiz). sadece hesabı getirdikleri kutuya, "yanlışlıklaymış gibi" parmağımı sıkıştırıp "AH" diyerekten ilgi katsayısını üstüme çekip, "iyisin değil mi?" yi durup, "iyiyim tatlım ya, pardon isim neydi? sabahtan beri(?) bizimle ilgileniyorsun soramadık kusura bakma ehe(sevimli surat ifadesi)" şeklinde ismini öğrenip(evet üç mühendisin gidebileceği nokta bu kadardır) SEVİNİP kalktık masadan.

Hakkında o kadar "şunu yaparım, bunu yaparım ederim" diye atıp tuttuğumuz "sarışın nez" in yanına bir tip geldi kapanışa doğru. sanırım dönemliklerinden biriydi. bu sayede o bayan arkadaşın da üni 1. veya 2. sınıfta olduğunu anladık. sevgili andaç "ya bu tarz heriflerle olan karılar cidden gelmezin, hatta dünyaya gelmesin" tarzı bir laf etti etmesine de, ben de alkolün verdiği gazla "ben böyle adaletin anasını sikeyim" diye kafamdan ırmaklar akıtırken, daha kötü bir şey oldu. andaç ın gözüne kestirdiği ufaktan depresif gibi, ama bir yandan frikikleri havada uçuşturur gibi olan kızın da SAPI gelince, ortadan kesilmiş solucan gibi kıvrılmaya başlayınca "bu gece bize ekmek çıkmaz kanka" dedik. (benim kestirdiğim kız "eagle eye cherry - save tonight" çalarken ooooooo diye bağırdığı için kestirmeyi bırakmıştım zati)

otobüste içmek için 1-2 bira alıp duraklara kadar yürüdük andaç ve adını hatırlayamadığım arkadaşıyla. tabi ki ben, yüksek alkolün etkisiyle "kanka ben arada sarışın neze bakmaya uğrarım mekana ya hahaha" diyip dururken, bir yandan "lan saat kaç oldu, kalkıp işe gidicem sabah" diyordum içten içe, şu an olduğu gibi.

yani demem şu ki, normalde ben çok efendiyim kibarım da, andaç çok terbiyesiz. yoksa ben don juan gibi adamım. şiir falan biliyorum bir sürü.

hem mekanda bağıra çağıra "selahattin özdemir - esrar perdesi" muhabbeti yaparken, kimi düşürebilirdik, onu da düşündüm otobüsle dönerken, otobüste telefonumdan esrar perdesi açıp bir yandan içip bir yandan dinlerken. kimse de karışamıyor bir noktadan sonra, manyak falan sanıyorlar. siz olsanız siz de yanaşamazsınız, "delirtecek beni esraaaaar, esraaaar, esraaar, esrar perdesi" tarzı nakarata sahip bir şarkıyı hem açıp hem eşlik eden ve içen sakalı bıyığı birbirine karışmış birine. benim de götüm yemez açıkçası.

sonuç ne oldu?

bazen, iş çıkışı o mekanın önünden geçiyorum. üzgünüm andaç, sarıyı o hıyardan sonra rastalı bir tip kapmış. duyduğum kadarıyla dövmeciymiş. e normal değil mi? ensesini dövdürür, ardını dövdürür.

peki sevgili okuyucularım, sorum size,

takla atmaya değer mi?



cevabım da size, "değmez."


neden bunu yazdım belirteyim,
çoğunuz (belki hepiniz) hangi yaş diliminde olursanız olun, dişi garsonlu mekanları tercih ediyorsunuz. dişiliğini kullanarak "ÇALIŞTIĞINI" söyleyen ama dişi olmasından başka hiç bir numarası olmayan insanları masanızda görmek için binlerce takla atıyorsunuz. sırf "dişi" olduğu için insanları işe alan "PEZEVENK" mantığına sahip işletmecilerle "PAVYON" kültüründen, ve sırf dişi olduğu için kendilerine gösterilen ilgiyi bir bok zanneden, "dişi" olduğu için işe alındığını es geçip "çalışıyorum" diyen, mantık olarak "MEKAN OROSPULUĞU" dışında bir iş yapmayan dişi garsonlardan bahsetmek istedim.

neyse ki biz efendi adamlarız. efendiyiz evet.

kalkıp "haha karılara akmaya kalkmışlar da yapamamışlar" diyen insanları, sahneye davet ediyorum.



enseniz kadar kalın olabilirseniz buyrun.

sadece dişiliğini kullanarak içki sattırmak ile orospuluk arasındaki farkı bana açıklayın.
orospuluk nedir hele, onu bir söyleyin önce.


emekçilik midir? belki.
ekmekçilik midir? evet.


hepinize iyi ekmekler dilerim.



sevgilerimle,


Erhan Kabakçı, 1964 - Podoso

10 Kasım 2010 Çarşamba

Emekçilik ve Ekmekçilik




Hepinize merhaba sevgili okurlarım. pek sık yazmıyorum biliyorsunuz. aslında çoğu zaman "ulan ne biçim olaydı, blog a atıversem bunları süper olur" dediğim mevzular yaşıyorum ama, dünyanın en üşengeç ve "ulan kim uğraşacak şimdi, siktir et" cümlesini kuran insanı olduğum için bunlar genelde dıravlara yelken açıyor.

Bir çoğunuzun bildiği gibi, uzun bir aradan sonra yine eli ekmek tutan, eve dönerken bir kilo mandalina alan, "sikerim ya ben böyle işi ay sonunda veririm istifayı" cümlesini her ayın ortasında kuran, kısacası "çalışan" bir insanım. ortamlardan epey uzak kalmak, sosyal çehremin bir anda değişmesi, kendime ayıracak zamanın sadece üç saat olması gibi birbirinden büyük sorunlarla cebelleşmek bir yana, yoğun tempoya bir anda ayak uydurmaya çalışırken bir takım hastalıklar geçirmek de eklenti oldu. yeni mekan açmak sahiden fazla zor bir işmiş sevgili okurlar.

Yeni iş yerim gayet kallavi bir yer. müzik direktörü olacağım diye sevinçle atladım teklife. sahiden bazı zamanlar gerizekalı gibi hareket ettiğimi farkedemiyorum malesef. ülkemizde "müzik direktörlüğü" denen şeyin, sadece "karışık yabancı" cd sini koyup, garson kısmının "kanka bizi koparsana" cümlesiyle günde 38 defa karşılaşmak olarak bilindiğini, bu şekilde yaşayarak tecrübe etmiş olmak gerçekten içler acısı.

emin olun arkadaşlar, herkes müzik denen şeyi sizden daha iyi biliyor. sizin bir şey bilmenize gerek yok. zira ülkemizde herkes, her şeyi o kadar iyi biliyor ki, bence kimsenin çalışmaması gerekiyor. garson zekeriya eminim çok daha iyi bir müzik direktörü olabilirdi. her neyse. kesin düz bir insan çıkıp "abi her sektörde böyle ya bu, normal yani" diyebilir. işte o düz insanı seviyorum ben(merhaba zeynep).

bu kadar isyankar gibi, emekçi gibi, bir mayısta biber gazı yemek için yalvarırmış gibi bir takım laflar ettikten sonra, son 1 haftamla alakalı bir kaç mevzu anlatmak istiyorum sevgili gönül dostlarım.

- Ulaş ın doğum günü

işe başladığımın 4. gününe denk geliyordu sanırım. hafta içi bir akşam, işten çıkar çıkmaz ulaşın yanına gidecektim. zira doğumgünü vardı hergelenin. ki oradaki tayfanın da %70 inin tanıdık olması sebebiyle, içim rahatladı biraz. günün yorgunluğunu atabilirdim, az biraz içip evime dönüp iş yerim için hazırlamam gereken bazı işleri hazırlayabilirdim. biraz hıyar olduğum için, evde de çalışmaya devam edecektim ya. hey yavrum. neyse iş çıkışı sevgili Ulaş Şahin i aradım ve nerede olduklarını sordum. emin olun aldığım cevap, üzerimden kırk katır geçmesinden bile daha kötüydü.

- ulaş neredesin abi?
-- abi HAYDAR ROCK BAR dayız!.
- ... (niyuuuv niyuuuuuv niyuuuuuv)

tabi ki doğum günü olan bir arkadaşımı kıracak değildim. ROCK BAR olsa bile, hatta ismi HAYDAR bile olsa, o mekana gidecektim. tabi ki üzerimde toplamayı tasarladığım enerjinin yarısından çoğunu haydar ı duyunca yokettim istemeden. zaten günün yorgunluğu ve sırtımdaki 12 kiloluk yük de beni iyice ezer hale gelmişti. nelerle karşılaşabileceğim konusunda bir takım tahminler yürütmeye başlarken, kendimi barın önünde buldum.

HAYDAR ROCK BAR!

içeri girer girmez, "noluyor lan, hafta içi bu ne kalabalık?" diye sordum epey kendime. sanırım hepsi ulaş ın doğumgünü için gelmiş olamazlardı. neyse ulaş ı gördüm ve o kalabalık arasından, diğer arkadaşların masasına doğru yürürken, gider katsayısı epey yüksek 4-5 bayan arkadaş dikkatimi çekti. belki gecenin ilerleyen saatlerinde bir takım iskeleler kurarım da ee öö şeklinde düşüncelere 2 saniyelik de olsa kapılıp, masaya geçtim. bizimkiler tabi erkenden başlamışlardı ve kafaları maaşallah zurna gibiydi. kendimi en kötü hissettiğim anlardan biriydi. düşünsenize, Haydar isimli bir rock bardasınız, etraf çok kalabalık, her tarafta 18-22 arası gençler var, dünyanın en sikik şarkıları eşliğinde kafayı yiyenler, delirenler, ağlayanlar ve elemanıyla kavga edip onu kovan bir bar sahibi var. inanılmaz bir kaos havası hakimdi içeriye. bizim çocukların burayı neden tercih ettiğini sonradan anladım ama. 50lik bira 2,5 tl, votka da 4 tl mi neydi. klastı yani fiyatlar.

Fiyatların klaslığı malesef, ortamın basıklığı ve o kadar ara insanın doluşması faktörünü aşamadı. "çıkalım" denildi. tabi ki "nereye gidelim" sorusu kafalarda yüksek yer tutuyordu ve öneri üstüne öneri yağıyordu. ama bildiğiniz üzere bu tarz önerilerin sonunda hep en ARA olanı seçilir. bu ara seçimden sonra "ritim roof" isimli (daha adını duyunca, kesin süper süper ara bir yerdir demiştim zaten) o şey yere doğru yola çıktık.


RİTİM ROOF

Daha içeri girer girmez, "of, benim burada ne işim var lan?" sorusunu hemen yapıştırdım kendime. sevgili ulaş ın hatrı vardı gerçi ama, o da zırdöndü olmuştu epey. ben ise 70 cl lik sirkeyi fondip yapmışçasına ekşi bir suratla izliyordum ortalığı. inanılmaz saçma dans eden, tahminimce 18-23 arası gençler ve köy motiflerini hala üzerinden atamamış figürler görüyordum. insanlığımdan, sakalımdan, şapkamdan ve o sırada üzerimde, içimde, dışımda ne varsa her şeyimden utandım bir yirmi dakika kadar. ha ama sürekli "ya bak ben dansa gitmek istiyorum tamam mı!!!" diye kafanızı şişiren sevgilinizden kurtulmak istiyorsanız, buraya getirebilirsiniz. (bir çift dikkatimi çekmişti, kız yılan yutmuş gibi dans ediyor, eleman genelde oturuyordu. sonra yabancı (alaman, gavur) bir eleman geldi işte kıza iskele kurdu. sonra ufak bir mevzu olur gibi oldu, kız "ben dans etmek istiyorum" dedi, erkek de iyi ne bok yersen ye" diyerek gitti. üzülmedim çocuk için. hayatın ve kadınların aralığını anlaması gerekiyordu. tabi zor olabilir. ki zaten sürekli dans dans diye tutturan kadınla ne işi olabilir bir insanın, onu bilemem. sanki çamaşır asarken tango yapıyor anasını satayım)

Ulaş arkadaşımın, beni kıvama getirme çabaları çerçevesinde votka enerji leri lüp lüp lüplettikten sonra, o yorgun, bezgin, gri kıvamım yavaş yavaş çözülmeye, içimdeki ORTAM KOBRASI dışarı çıkmaya başlamıştı. bundan tam olarak emin olmaya başladığım an ise, daha 30 dk öncesinde "gider katsayısı" gözetmeksizin, ortamdaki kadınlarla alakalı "üf bunların hepsi ara, şuna bak köylü, bin şeyim olsa birini vermem buna, o taytı babama giydirsem senden daha seksi olur vs. vs." düşüncelerle dönen kafam bir anda, gideri bence az ama mekan ortalamasına göre averaj üstü olan bir kaç tane seçebildi.

Ancak bu "giderli" kız seçme işi sonrası, ben kendimi bir anda o çalınan süper ara müziklere ve YILAN DANSI na kaptırdığım için işler biraz değişti. hoş bir iki kanca geldi de, hava henüz o kadar soğuk değil bu kiloda kadınlar için. sonrasında bizim acar alaman(demin bahsetmiştim, gavur) bu sefer bizim tayfadaki kızlardan birine kanca yapmaya kalktı da(böyle özgüveni olan adamlar yüzünden ankARA nın suları kesik kaldı kaç ay), minik bir şamarla ortama dirlik ve düzen getirildi. ortamda gideri averaj üstü olan bir kaç kadın vardı evet, ama oradaki alaman kalabalığa kaynaşıp o gece hardallı yemek istediklerini açık belli eder haldelerdi. özellikle "tudey ay vaz yu no" kıvamında davranışları bana 1,5/2 sene hazırlık okuyup, sonra hocasıyla "akademik kariyer" yapan birilerini anımsattı. iyice tiksindim.

neyse, artık çıkış vakti gelmişti. sabaha doğruydu saatler ve hala eve gidince yapacağım işler vardı. hadi birer bira içelim gazıyla yola çıkacakken, alman kalabalık indi ve bana "bu saatte nereden bira bulabiliriz" diye sordu. onları TARLABAŞI tarafına yönlendirdim. umarım heyecanlı bir gece onları bekliyordur. arkalarından gizlice takip eden köylü kızlar da bu sırada "ya takip edelim çok tatlılar" diyorlardı ama, yanlarından geçerken, onları tarlabaşına gönderdiğimi, isterlerse oradaki eğlenceye katılmalarını ve ikisinin de çok ara olduğunu söyleyip arkadaşların yanına döndüm.

tabi ki 6 otobüsüne yetişeyim derdiyle bira mira alıp içme olaylarımız yalan oldu. canhıraş otobüse binip gülşen i aradım. "ne bok yiycem ya ben şimdi" diye hayıflanırken, beni biraz rahatlattı sağolsun. eve varıp hızlıca işlerin bir kısmını hallettim. uyanınca da geri kalanını bitirip, iş yerime doğru yol aldım.

bu bir hafta içinde yaşadığım tek mesele bu değil, diğerini de yarın falan yazarım artık cinolar. ama her yazımda olduğu gibi, bunu da bir takım tavsiyelerle bitireceğim:

- eğer gençten hatun kaldırıp, günlük ekmek yemek istiyorsanız HAYDAR ROCK BAR iyi bir seçim olabilir. böylece hem tahammül gücünüzü ölçersiniz. hem de oradan kaldırdığınız hatunun da diğer hatunlardan pek bir farkı olmadığını görünce, rakı içince dertlenmezsiniz. Yahya Kemal Beyatlı nın da dediği gibi: "karı her yerde karı. içse de karı, içmese de karı. her birinin derdi ayrı. allah belalarını versin "

- ritim roof a gitmeyin. karı yok. gideri olan karı sayısı mega az. zaten müzikler de süper tırtk.
üni 2. sınıf üstü bir insana hitap edebileceğini sanmıyorum. sürekli dans etmek isteyen ruh hastası bir sevgiliniz varsa eğer, onu oraya bırakın ve arkanızı dönüp çıkın. keşke daha evvelden keşfetseymişim bu yeri diye hayıflanmadım değil tabi de, orası ayrı mesele. onu "yılan yutmuş gibi dansetmeye meraklı kadınlar" başlıklı yazımda inceleyeceğim.

- ilyas salman ın da dediği gibi "bugünün işini yarına bırakmayın" yoğun alkollü ve 4 saatlik uykuyla geçen bir gece sonrası çalışmak zor oluyor.

- işe mişe girmeyin, pank olun, pank yaşayın.


.......................


sevgilerimle,


Erhan Kabakçı, 1988 - Sudan